Yine harika,cennet gibi bir gün daha... Tanrıçam her zamanki gibi yanımda. Dolunay, bir iple kendimize çekmişiz gibi yakın ve büyük. Muhteşem parıltısı yemyeşil çimenleri yaldızlarken altımızdaki duru okyanus,okyanusun sonunda başlayan gökyüzü, ortasına ışık kümeleriyle işlenmiş gibi duran dolunay, ve gecenin Tanrıçası ile beraberken daha ne isteyebilirim ki!
Nyx'im, resmen dolunayın süzülen ışığının altında insan silüetine bürünmüştü. Siyah ve gür saçları, ayak bileklerine kadar inerken, bacaklarını ve omuzlarını açıkta bırakan tülden elbisesi ile tam bir tanrıça havasına bürünüyordu. Teninin pürüssüzlüğüne uyum sağlayan zarif sesi, insanın başını döndürecek kadar muhteşemdi. Badem şeklindeki iri deniz mavisi gözleri, elmacık kemiklerindeki bembeyaz teninin üstündeki kırmızılık, yine aynı renkte olan eksi dudaklarıyla o akdar benzersiz ve etkileyiciydi ki!
Tüm ay ışığı onun üzerinde toplanmıştı sanki. Gür saçları gecenin bir parçasıymışm gibi ayın loş, fakat huzurlu ışığında parlıyordu adeta. Elini bana doğru kaldırarak uzun parmaklarıyla saçlarımı okşadı. Güzelliği karşısında nutkum tutulmuştu. Aynı şekilde gece ve ayla o kadar bütünmüş gibi duruyordu ki; güneşi kıskandıracak kadar parlak, bulutları kızdıracak kadar beyaz ve mavi gökyüzüne yas tutturacak kadar duru bir güzelliği vardı...
Saçlarımı okşarken, kaybolan silüetine son bir kez daha baktım. Tanrıçam! Hiç bir şair betimleyemezdi onu. Hatta Juliet'in Romeo'ya sarfettiği sözler bile yetersiz kalırdı. Zira yıldızlara bölünemeyecek kadar harikuladeydi. Genenin kızı gibi durması da, zaten herkesi güneşe küstürmeye yeterdi.
Son bir kez süzülen ışıkta yüzünü görünce içimden 'Gitme!' diye haykırmak istedim...'Gitme, gecenin ruhu!...'
Çok geç. Artık 'gitme' diyebilmek için çok geç. Dudaklarını hafifçe bükerek gülümsemişti gitmeden önce. Son bir kez daha gökyüzüne baktım. Dolunayın hemen yanındaki büyük ve parlak bir yıldız, bana göz kırpıyordu adeta...