Ad-Soyad : Shou Shuichi
Yaş: 18
Hayat Hikayesi (RP) :
Rüzgarın tenimi yalamasını hissediyordum gözlerim kapalı. Şehrin sessizliği, bana çok şey anlatıyordu aslında. Tüm duyularım, bir 'hiç'e odaklanmıştı. Bu hiçlik, bana şehrin tüm sırlarını anlatıyordu. Önümden geçen kişilerin ayak seslerini duymuyordum artık. Sadece şehri dinliyor, şehri algılıyordum. Sırlarla dolu bu şehrin kirli sokakları benim en iyi dostumdu. Günlüğüme anlatırdım hep onları. Sırlarını günlüğüme yazar, ve ebediyen unuturdum ardından.
İnsanlar geliyor ve geçiyordu önümden. Belki bana merakını gizlemeye çalıştığı gözlerle bakıyor, belki de aldırmıyorlardı bile. Ahh.. Kimin umrunda ki? Tekrar esen sert rüzgar, bu sefer bir şey tarafından engellenmişti. Saçımın bir kısmı dalgalanıyordu ama yine de pürüzsüz tenime değmiyordu. Gözlerimi sakince açtım. Dikkatimi çeken ilk şey bana çevrilmiş olan o sabırsız bir çift gözdü. Bu gözler tanıdıktı. Hem de çok tanıdık. Beynimde beliren, sanki eski bir filmmiş gibi görünen görüntüler tüm vücudumun korkuyla ürpermesine neden oluyordu.
Yere düşmüş üç bacaklı bir masa, kırılmış birkaç antika vazo, içindeki tüm fincan takımlarının mahvolduğu bir vitrin, ve her şeyi geride bırakan, 3 çift korku dolu göz. Gözlerden biri anneannesinden kalma bir gardırobun içine saklanmış, 4 yaşındaki bir oğlana ait. Diğer ikisi ise çoktan kanı içilmiş iki ebeveyne... Ve gardırobun açılmasıyla duyulan dehşet dolu çığlık. Küçücük bir çocuktan böyle bir sesin çıkabileceğini kim tahmin ederdi? İki tane damgalanmış kişi, bunu reddetme sürecinden sonra gece evine gitmeye karar veriyor. Dramatik mi? Gece evinde ailesini kaybeden bir çocuğa göre hiçbir şey pek de dramatik gelmiyor aslında.
Aynı şeyin başıma gelmesi ihtimali beni delicesine korkutuyordu. Ancak kaderim çoktan yazılmıştı. Burada kanım akacak, gece evine gitmeye mahkum kalacaktım. Boynumda hissettiğim acı beni düşüncelerimden sıyırıyor birden. Kemiğime dayanan iki tane diş ve damarımdan aktığını hissettiğim kan. Yaşadığımı belli eden tek şey korkudan deli gibi titremem. Boynumdan çekilip çıkan iki diş, nedense(!), bende bir rahatlama hissi oluşturmuyor. Bir sarhoş gibi, dengesiz adımlarla çekip giden vampiri görmüyor bile gözlerim. Korkudan ne yapacağımı şaşırmış bir halde şehre bakıyordum öylece. Ya benim de vücudum reddederse değişim sürecini? Ya ben de ölürsem, annem ve babam gibi? Hayır hayır... Daha 15 yaşındaki bir çocuk için ölüm çok acımasız. Daha şehrin tüm sırlarını öğrenemedim. Hayır... Daha günlüğüm bile bitmedi. Bu...Bu... Tamamiyle yanlış! Çevresine kayıtsız bir çocuğun, çevresindeki onca kişi arasından seçilmiş olması. Hayır. Böyle bir ihtimali reddediyorum.
Kim bilir kaç dakika öylece durdum. Rüzgarın tenime çarpıp geçmesini hissetmiyordum bile. Sadece değişmeyecek olan kaderim vardı aklımda. 'Öleceğim. Tıpkı onlar gibi. Tıpkı ailem gibi...' Bu artık kesinleşmişti. Belki de değildi? Kim bilir, belki şans ondan yana olurdu bu sefer. Ah..Kimi kandırıyorum? Şans ne zaman benden yana oldu ki? Önce tüm sevdiklerimi elimden aldı. Bana daha fazla acı çektiremediğini fark edince de beni hayattan koparmaya karar verdi.
Bunları düşünürken içinden çektiğim su birikintilerine ve ayakkabıma dolan çamurlu suya dikkat etmiyordum bile. Ta ki o nostaljik yere, Gece Evi'ne, gelene kadar... Japon olduğumu herkesin gözüne sokan gözlerim bu binaya hiç de yabancı değildi. Adımları geri geri gidiyordu resmen. Ne ara bu kadar uzak olmuştu bu kapı? Bu yol bu kadar uzun muydu? Sanki sonsuza uzanır gibi... Elimi kapının gümüş koluna uzattım. Yepyeni gibi duruyordu. Belki de değiştirmişlerdi, kim bilir? Yavaşça ittirdim kapıyı. Kaçınılmaz sonumu olabildiğince ertelemeye çalışıyordum sanki.
Vücudum değişimi yavaşça kabul ediyordu. Belki de hayat bir kere de olsun bana gülmeye karar vermişti. Belki de çektiğim cezaların yeterli olduğunu görmüştü. Önce ailemi sonra da tüm arkadaşlarımı teker teker gözlerimin önünde öldürmenin yeterli olduğuna kanaat getirmişti. Böyle ummaktan başka bir çarem yoktu...